Paylaş
Dünkü üçüncü yazımızda ise 2019 yılı ekim ayına gelindiğinde Türkiye’nin ısrarı karşısında konunun birden ciddiyet kazandığını anlatmıştık. Başkan Trump, 6 Ekim’deki telefon görüşmelerinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a Fırat’ın doğusunda tasarlanan “Güvenli Bölge” için mutabakatını bildirmiş, hatta aynı gün bir Beyaz Saray açıklamasıyla harekâtın “yakında başlayacağını” duyurmuştu.
Burada vurgulanması gereken bir husus, Beyaz Saray’ın bu açıklamasından hemen sonra özellikle Kongre’nin hem Demokrat hem de Cumhuriyetçi kesimlerinden çok kuvvetli itirazların yükselmiş olmasıdır.
ÖNCE AÇIKLADI ARDINDAN UYARILARA BAŞLADI
Dikkat çekici bir nokta, bu açıklamanın ertesinde Trump’ın harekâta karşı çıkmamakla birlikte, Türkiye’nin yürüttüğü askeri faaliyette belli sınırları, “insani çerçeveyi aşmaması” konusunda uyarılar yapmaya başlaması, aksi takdirde Türkiye’ye karşı Rahip Brunson krizinde olduğu gibi ekonomik misillemeye girişeceği tehdidinde bulunmasıdır.
Türkiye, Trump’tan gelen bu tehditler altında 9 Ekim 2019 Çarşamba günü Fırat’ın doğusunda “Barış Pınarı Harekâtı”nı başlatmıştır.
Türk Silahlı Kuvvetleri, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) unsurlarıyla birlikte Suriye sınırı boyunca Şanlıurfa’da batıda Akçakale’nin karşısındaki Tel Abyad ile doğuda Ceylanpınar’ın karşısındaki Resulayn kasabaları arasında kalan 120 kilometre genişliğindeki bölgeye muhtelif noktalardan giriş yapmıştır.
TSK’nın harekâta başladığı 9 Ekim günü Başkan Trump’tan Cumhurbaşkanı Erdoğan’a son derece saygısız bir üslupla kaleme alınmış olan tartışmalı mektup gelmiştir. Mektubun içeriği, kendisinin SDG unsurlarıyla Türkiye arasında bir uzlaştırıcılık rolüne soyunmak istediğine de işaret ediyor. Cumhurbaşkanlığı kaynakları, o dönemde “Erdoğan’ın mektubu tamamen reddettiğini ve çöp kutusuna attığını” açıklamıştır.
Buna karşılık ABD Başkanı’nın demeçleri, mesajları hangi içeriği taşırsa taşısın, sahaya baktığımızda, ABD’nin Fırat’ın doğusundaki coğrafyada Türkiye sınırına yakın noktalarda konuşlanmış bulunan askerlerini kuzeyden güneye doğru çekmeye başladığını, yani aslında Trump’ın Erdoğan’a verdiği taahhüdü yerine getirdiğini görüyoruz.
EŞİ GÖRÜLMEMİŞ KAOTİK TABLO
Gelgelelim ABD’nin kuzeyden çekilmesi, bu himayeden birden yoksun kalan PKK uzantısı YPG/PYD kadrolarının işin başında olduğu Suriye Demokratik Güçleri’ni (SDG) Rusya ve Esad rejimiyle bir mutabakat arayışına yöneltmiştir.
YPG, kendisini koruma altına almak için Rusya-Esad rejimi ikilisiyle anlaşmış, ABD askerleri kuzeyden çekilirken, bu kez Rus askerleri ve Rejim unsurlarının Fırat’ın doğusunda kuzey bölgesine girmeleri süreci başlamıştır. Bu gruplar, TSK’nın kontrol altına aldığı “Barış Pınarı Harekât Bölgesi”nin dışında kalan, doğuya ve batıya uzanan sınır bölgelerine yayılmıştır.
Sonuçta aynı anda 1) TSK ve kontrolündeki ÖSO unsurlarının Tel Abyad-Resulayn arasındaki güvenli bölgeyi kurmak üzere sahada kademe kademe ilerledikleri, 2) YPG/PYD unsurları ile çatışmaların yaşandığı, 3) ABD askerlerinin kuzeyden güneye çekildiği, 4) Rusya/Esad unsurlarının harekât bölgesi dışındaki sınır hattı boyunca pozisyon tutmaya başladığı bir türbülansa girilmiştir. Bölge jeopolitiğinde eşine ender rastlanacak muazzam kaotik bir dönem yaşanmıştır bu sırada.
ABD BU KEZ YAPTIRIMLARI DEVREYE SOKUYOR
Burada öngörüleri altüst eden bir gelişme, TSK/ÖSO unsurlarının dört gün gibi kısa bir süre içinde 12 Ekim Cumartesi günü sınır hattından 30 kilometre kadar güneyde doğu-batı ekseninde giden M-4 karayoluna inebilmiş olmasıdır.
Sahada bu gelişme yaşanırken ABD tarafının bu kez TSK’nın ilerleyişini durdurmak için harekete geçmesiyle yeni bir durum ortaya çıkmıştır. Başkan Trump, 14 Ekim günü harekâtın durdurulması amacıyla Türkiye’deki bazı bakan ve bakanlıklara yaptırım uygulanması için yönetimdeki ilgili bürokratik kurumları yetkilendiren bir kararnameyi imzalamıştır.
Ertesi günü (15 Ekim) ABD Hazine Bakanlığı, o dönemdeki Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez ile Milli Savunma ve Enerji Bakanlıklarının yaptırıma alındığını açıklamıştır.
Trump, söz konusu kararnameyi imzaladığı 14 Ekim günü aynı zamanda Cumhurbaşkanı Erdoğan ile bir telefon görüşmesi daha gerçekleştirmiştir. Bu görüşmeyle Başkan Yardımcısı Mike Pence’in hafta içinde Ankara’ya geleceği ortaya çıkmıştır.
ABD İLE 17 EKİM 2019 MUTABAKATI
Sonuçta TSK’nın harekâtı aşama aşama ilerlerken Ankara üzerindeki ABD baskısı da artmaya başlamıştır.
Ve 17 Ekim Perşembe günü Ankara’da Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkan Yardımcısı Pence arasında yapılan görüşme 13 maddelik bir mutabakatla sonuçlanmıştır.
ABD, bu mutabakatla “Güvenli bölgenin öncelikle TSK’nın kontrolünde olmasını” kabul etmiştir.
Türkiye de bu mutabakat çerçevesinde sekiz gündür yürütmekte olduğu harekâta “ara vermeyi” taahhüt etmiştir. Mutabakat metninin sekizinci maddesinde, “Türk tarafı Barış Pınarı Harekâtı’na, güvenli bölgeden YPG’nin 120 saat içinde geri çekilmelerini teminen ara verecektir” deniliyor.
Bir başka anlatımla, YPG unsurlarının harekat bölgesinden çıkışları için 120 saat, yani tam beş günlük bir süre tanınmıştır. Bunun karşılığında, ABD tarafı da yaptırımları kaldırmayı taahhüt etmektedir.
Görüleceği gibi, ABD’nin önceliği, TSK’nın harekât bölgesinde kalan YPG unsurlarını emniyetli bir şekilde buradan dışarı çıkartmak olmuştur.
Altını çizmemiz gereken önemli bir nokta, ABD Başkan Yardımcısı Pence 17 Ekim günü Ankara’ya ayak bastığında, TSK’nın Fırat’ın doğusunda sahada ilerlediği sekiz günlük süre içinde güvenli bölgeye dönük operasyonel hedeflerine zaten büyük ölçüde ulaşmış olduğuydu.
ABD MUTABAKATI RUSYA MUTABAKATI İLE TAMAMLANDI
Bu noktada hesaba katılması gereken bir diğer durum, Türkiye-ABD mutabakatındaki 5 günlük sürenin dolduğu 22 Ekim tarihinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Soçi’ye giderek bu kez Suriye’nin kuzeyi konusunda Rusya lideri Vladimir Putin ile bir mutabakat yapmasıdır.
Bu mutabakat, Rus askerlerinin Kuzey Suriye’deki hareket tarzlarını ve Rusya’nın YPG ile ilgili taahhütlerini düzenliyordu.
Bu mutabakata göre, Rusya da sınırın harekât bölgesinin dışında doğuya ve batıya doğru uzanan bölgelerinde bulunan YPG unsurlarını sınır hattından 30 kilometrelik bir derinliğin dışına uzaklaştırma taahhüdünü üstlenmiştir.
Rusya, keza YPG unsurlarını Menbiç ve Tel Rifat’tan da çıkartmayı da taahhüt etmiştir. Ayrıca, sınır hattında Türk-Rus ortak devriyeleri yapılacaktır. (Rusya’nın taahhütlerinin ne kadarını yerine getirdiği ayrı bir yazı konusu olabilir.)
Her halükârda, Fırat’ın doğusundaki Suriye sınır hattının YPG unsurlarından arındırılması anlamında ABD ile varılan 17 Ekim 2019 Ankara Mutabakatı ve Rusya ile yapılan 22 Ekim 2019 Soçi Mutabakatı birbirini tamamlamıştır.
VE TRUMP PETROL SAHALARI İÇİN SURİYE’DE ASKER TUTUYOR
Ve Başkan Trump, 17 Ekim mutabakatındaki 120 saatlik sürenin bitiminin ardından 23 Ekim tarihinde Beyaz Saray’dan yaptığı uzun bir açıklamayla “Suriye ve Ortadoğu için daha güzel bir gelecek yönünde önemli bir dönemecin geride bırakıldığını” duyurmuştur.
“Bu sabah Türk hükümeti, Suriye’deki harekâtı durdurduğunu yönetimime bildirmiştir” diyen Trump, bu bildirimle ateşkesin kalıcı hale geldiğini, karşılığında Hazine Bakanlığı’na da Türkiye’ye konan yaptırımların kaldırılması talimatını verdiğini duyurmuştur.
Bu açıklamasının dikkate değer bir boyutu, Trump’ın Suriye’ye bakışında yeni bir unsurun uç verdiğini de ortaya koymasıdır. Daha önceki beyanlarında her seferinde Suriye’deki bütün ABD askerlerini çekmekten söz eden Trump, bu kez askerlerin tümünü çıkarmayacaklarını söylüyor ve bunun gerekçesini “petrol” ile izah ediyor. Şöyle diyor Trump:
“Petrolü emniyet altına aldık. Dolayısıyla petrol bulunan sahada küçük bir ABD askeri gücünü tutacağız. Petrolü koruyacağız ve bununla (petrol) ilgili ne yapacağımıza gelecekte karar vereceğiz.”
AKILDAN ÇIKARMAMAK GEREKEN NOKTA
Böylelikle, Suriye’de Fırat’ın doğusundaki petrol kaynaklarının ABD’nin koruması altında SDG’ye zimmetlendiği ABD Başkanı tarafından açıklanmış olmaktadır. ABD askerlerinin bir bölümü güneydeki petrol bölgesine inmiş, bir kısmı da kuzeyde TSK’nın harekat bölgesinin doğusundaki yine petrol kuyuları bulunan Haseke’de kalmıştır.
Trump’ın Beyaz Saray’da birinci dönemine baktığımızda, aslında başlangıçta Suriye’den çekilmeyi arzuladığı, ancak ABD’deki sistemin direncini kıramadığı, buna karşılık asker sayısını azalttığı, ardından bir kısmının bu ülkede kalışını petrol faktörü üzerinden gerekçelendirdiğini görüyoruz.
Bugün ABD’nin Suriye’deki asker sayısı için 600 ile 800 arasında rakamlar telaffuz ediliyor.
Ancak Suriye ile ilgili akışta Türkiye söz konusu olduğunda mutlaka altını çizmemiz gereken bir yönü var Trump’ın. Türkiye’nin güvenlik kaygılarına belli ölçülerde anlayış göstermekle birlikte, bunu SDG kanadıyla dengeleme çabası içinde görünüyor.
Ayrıca, Türkiye ile ilişkilerde ne zaman bir sorun patlak verse, her seferinde yaptırıma başvurma ve ekonomik misilleme kartını kullanmayı da o dönemde bir alışkanlık haline getirmiş olduğunu da akıldan çıkartmamak gerekiyor.
Paylaş